05-14 AĞUSTOS 2015 ELBRUS (5.642 mt.)
TIRMANIŞ + KAZA RAPORU (BU BİR RAKIDAK FAALİYETİDİR)
EKİP:Cihan SANVER, Gökhan ATILGAN, Hayri AYTAR, Özlem YAYLAALTI, Sema ÇITIR, Şevki Cilasun HANTAL (Alfabetiktir)
HAVA DURUMU: Genellikle parçalı bulutlu, açık ve rüzgarlı, ilk günler tamamen açık
PARA BİRİMİ: Ruble (1$ = 60ruble)
TEKNİK MALZEME: Kazma, krampon, emniyet kemeri, iki adet kilitli karabina, pursik ipi.
YAZIM: Şevki Cilasun HANTAL
Faaliyetimiz iki haftayı kapsayan bir faaliyet olmasına rağmen, aklimatizasyon ve hazırlık kısımları geçen senekinin benzeri olduğundan, geçen sene geri dönmek zorunda kaldığım zirve tırmanışından itibaren raporu yazıyorum. Önceki günler ve gidiş geliş durumları ile ilgili bilgi almak isteyenler 2014 faaliyet raporumuzu okuyabilirler.
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Gece 12 civarı uyanıyoruz ve hazırlıklara başlıyoruz. Saat 02 civarında hepimiz hazırız ve kişi başı 4.000 Rubleye ayarladığımız snow-truck aracımızı beklemeye koyuluyoruz. Hava açık, dağın tepesinde hafif bulutlanma var ve rüzgar geçen seneki kadar sert değil. Geçen seneden dolayı aldığım kaz tüyü parkamı çantama koyuyorum, acil durum için daha sıkı üste ihtiyacım olabilir. Bunun dışında kaz tüyü eldivenlerim elimde, ve fırtına gözlüğüm de takılı vaziyette. Emniyet kemerleri konteynırdan itibaren takılı. Sürücümüz Kıvanç her zamanki gibi bir saat geç geliyor ve bizi 3’te konteynırımızdan alıyor. Herkes konteynırdan çıkmışken Cihan geride. “Bir problem mi var?” sorumun üzerine gelmeyeceğini ve kendisini o an için hazır hissetmediğini söylüyor. Dağda ısrar yok, sarılıyoruz ve vedalaşıyoruz. Ekip bir kişi eksik yola başlıyor ama herkes heyecanlı. Hepimizin en yüksek deneyimi olacak. Sarsıntılı bir yolculuk ile geçen sene geri dönmek zorunda kaldığım 5.100 metredeki, araçların son çıktığı noktaya kadar çıkıyoruz ve buzun üzerindeyiz. Kramponlarımızı konteynırlar bölgesinden bağladığımız için hemen yola çıkıyoruz. Bu arada Sema arkada, hazırlığını tamamlamamış vaziyette. Rüzgar aşırı derecede ve Sema’ya üşüdüğümü iletiyorum. “Siz devam edin, ben arkadan geliyorum.” Yanıtı ile ondan da orada ayrılıyoruz. Sonuçta tek başına da yapabileceğinden şüphem olmadığı için gönlüm rahat.
Saddle bölgesine doğru hafif eğimle yükseliyoruz, yüzümüze doğru rüzgar yiyoruz fakat hava aydınlandığı için arkamızdan da sıcak güneş ile birlikte konforlu bir tırmanmamız var. İki gündür devam eden ishalim yüzünden biraz rahatsızım ama çok sıkıntı etmeden yürüyorum. Hayri Abi gözden kaybolmuş vaziyette, Özlem ve Gökhan ile birlikteyiz. Gözüm Hayri Abi’yi arıyor. Bir buçuk saat gibi bir yürüyüş ile saddle bölgesine ulaşıyoruz. Ufak bir mola ile ekipler sabit ipin olduğu son duvara tımanma hazırlığındalar. Önümüzde yaklaşık 10 kişilik bir dağcı grubu var ve Hayri Abi de onların içerisinde. Yanımızda da bir o kadar dağcı var. Herkes hazırlıkta iken benim bağırsaklarımda kalan son şeylerden de kurtulmam lazım. Gökhan ile Özlem’e gitmelerini, onlara yetişeceğimi söylüyorum. 10 dakika sonra artık tırmanışa tam olarak hazırım. Konfor düzeyim en üst seviyede, karşımdaki duvarda tırmanan dağcılardan çok fazla gaz almış vaziyetteyim. Fakat dağın tepesindeki bulut artmaya başlıyor. Özlem ile Gökhan da ilk sabit ipe doğru gelmek üzereler. Bu arada kulvarda aralıklar ile üç adet sabit ip var. İlkine ulaşmak için aynı diklikte bir çıkış yapmak zorundasınız. Niye burada da ip yok diye düşünürken, ipin başladığı yerden itibaren, düştüğünüz yerde kayalıkların olduğunu görüyorum. İpsiz bölümde düşerseniz geldiğiniz gibi saddle a düşeceksiniz. Fakat ipin başladığı yerden düşerseniz, … siz düşmeyin en iyisi. Batonlarımı katlayıp çantama koymaya çalışıyorum, fakat Sema’dan ödünç aldığım tek baton arıza yapıyor. O alanda herkes fazla çantasını bırakmış, ben de batonu aynı yere bırakıyorum ve dönüşte bulabilmek ümidi ile kazmamı çıkarıyorum. Bundan sonra en yakın dostumla yola devam edeceğim. Bu arada bulut bana kadar inmiş vaziyette, Gökhan ile Özlem’i görmem zorlaşıyor. Kar başlıyor ve rüzgar ile tipi halini alıyor. Yanımızdaki on kişilik dağcı grubu, küçük zirveye yöneliyor. Arkadan gelen kimseyi de görmüyorum. Geri mi döndüler acaba düşünceleri ile önümdeki ekibime yetişmek için kulvara vuruyorum. İlk ipe geldiklerinde ben de hemen arkalarındayım. Önümüzde üç tane Ukrayna’lı dağcı var ve ipe giriş çıkışları çok yavaş. Hat sabit olduğu için onların hızı ile takipteyiz. Bu şekilde çok yavaş bir hızda ilk iki sabit hattı geçiyoruz. Üçüncü hat kayalıkların içinden başlıyor ve sola dönüp aşırı dikleşerek son buluyor. Bizim ekipte Özlem en önde, ortada Gökhan ve sonda ben varım. Artık sisin içerisindeyiz ve görüş mesafesi 10 metre civarı. Son hatta bağlandığımızda karşımızda Hayri Abi’yi görüyoruz. Günün ilk zirve yapanı imiş kendisi ve inişte üçümüzü bir arada görünce rahatlıyor. Yukarısının berbat olduğunu ama birlikte yapabileceğimizi, bir saatten az yolumuz kaldığını söylediğinde artık sonuna gelmenin heyecanı ile içimi bir mutluluk kaplıyor. Öyle ya bir önceki sene hiçbirşey hatırlamadığım berbat bir son ile bitmişken, bu sene hiçbir üşüme bile hissetmeden zirveye varmak üzereyim ve bilincim de yerinde. O anda aklım Sema’da. Umarım yukarı yanımıza gelmeye çalışmamıştır diye düşünerek, Hayri Abi’ye Sema ile beraber dönmelerini söylüyorum. Üç kişi olmamıza rağmen siste hiçbirşey göremiyorken, Sema’yı bu duvarda tek başına düşünmek istemiyorum.
Neyse devam ediyoruz. O arada Gökhan “Kazmamı çıkarmam lazım” diyor. Bir bakıyorum ki henüz batonları ile adam ve kazma çantasında. Diklik 45 dereceden fazla olduğu için burada o şekilde gitmesi imkansız. Kazmasını çıkarmaya yardım etmeye çalışıyorum ama duvarda olduğumuzdan ve hatta bağlı olduğumdan yetişemiyorum. Bu arada Özlem arkasına bakmadığından, Ukrayna’lı ekibe takılarak siste kayboluyor. Artık iki kişiyiz. Derken arkamızda beş kişilik Rus dağcı grubu beliriryor. Hepimiz Gökhan’ın kazmasını çıkarmasını beklerken adamlar sinirleniyor ve “Davay, Davay!!” diye homurdanıyorlar. Ve ilk aksilik başgösteriyor. Gökhan’ın çıkardığı kaz tüyü eldiveni elinden kayıyor ve duvardan aşağıya doğru siste kayboluyor. Halen daha sis ve tipi devam ettiğinden durum vahim. Ruslar daha fazla dayanmıyorlar ve bizi hattan söküp önümüze geçiyorlar. Artık hatta bağlı değiliz. Gökhan önce kendini geri bağlıyor. Sonra benim devam etmemi, kendisinin eldivensiz devam edemeyeceğini. İpin sonuna kadar çıkabileceğini söylüyor ve beni önüne bağlıyor. Herhalde ipten sonra çok yol yoktur diye ben de hızlı bir şekilde çıkıp hattı bitiriyorum. Ama Ruslar uçmuş gitmiş ve platoda sisin içerisinde yalınızım. Halen daha görüş mesafesi 10 metre ve zirveye giden işaret bayraklarının arası 30 metre. İman gücü ile bir müddet platoda yükseliyorum, işaret bayrağını karşımda gördüğüm gibi koşuyorum kendisine. Hayatım ona bağlı sonuçta. Bu arada ekipte iki tane gps var. Bir tanesi konteynırda kalan Cihan’da, diğeri de bizi 15 dakika önce bir arada gördüğü için rahat rahat dönen Hayri Abi’de. Fakat şu anda zirve heyecanı ile hepimiz tek başımıza kalmış vaziyetteyiz. Özlem’e bağırıyorum arada, bazen Gökhan’a bağırıyorum. Birinden birini görmek o andaki en büyük isteğim. Bu arada platoda yükselmeye devam ediyorum. Bir bayrak, beş bayrak, on bayrak, onbeş bayrak derken herhalde ben bu zirveyi bulamadan burada öleceğim diye bir bayrağın dibine oturuyorum. Bayrakları bulmak için ilerlerken bazen çok sağa veya sola gidiyordum. Bu arada dönen ekiplerden birileri yanımdan geçti ve ben de kaçırdım diye korkuyorum. Tam o anda 5 kişilik bir ekip beliriyor. Beni gördüklerinde zirve şurada gibisinden işaret yapıyorlar. Son bir gayret ile gösterdikleri yöne ilerliyorum ve taş orda. Sanırım zirve taşı bu, zaten olmasa da başka gücüm kalmadı, bu saatten sonra sağ salim inmeyi düşünmek zorundayım. Hemen telefonumu çıkarıyorum ama fotoğrafımı çekecek kimse yok. Eldivenimi çıkarıyorum, selfie çekmek için ama hayatımda hiç selfie çekmemişim. Zaten parmaklarım saniyeler içerisinde buz tutmaya başladı. Hemen bir iki deklanşöre basıyorum, fotolara hiç bakmadan eldivenimi geri giyip inişe geçiyorum. Belki de çıkan son kişi benim o gün için.
Özlem ve Gökhan’ın nerede olduklarına dair hiçbir fikrim yok. Sadece benden aşağıda olduklarına eminim ve hemen ekibi toplamam lazım diye düşünüyorum. Platoda iniş çok daha kolay, yine bayrakları zor bulmama rağmen daha hızlı bir şekilde sabit hattı buluyorum. İpe giriyorum. Çıkan son iki dağcı ile karşılaşıyorum, onlardan sonra gelenlerin hepsi geri dönmüş. Günün son dağcıları onlar. İlk ipi bitiriyorum, ikinci ipin ortasında Gökhan’ı görüyorum. Oturmuş ve sıcak bişeyler içiyor. Çok mutluyum, en azından iki kişi sağlamız. Gökhan çok yorulduğunu, artık hızlı gidemediğini ve birlikte inmemizi söylüyor. İki kişi ikinci ipten çıkıyoruz, aradaki bölgede bayraklar yardımı ile son hatta ulaşıyoruz. Fakat Gökhan söylediğinden daha da yavaş, sürekli dur kalk hareket ediyoruz ve sis kalkmak yerine daha da bastırıyor. Burada kaybolduğumuzu düşünemiyorum ve Gökhan’a biraz daha hızlı olmamızı söylüyorum. Son hatta Gökhan giriyor. Onun girdiğini gördüğümden, daha hızlı gidebilmek için hatta girmeden hat sonuna iniyorum ve Gökhan’ı beklemeye başlıyorum. Beş dakika, on dakika, onbeş dakika ve Gökhan yok. Düşmüş olamaz çünkü hata bağlı, ama nerde diye içimde bir korku var. Bağırmaya başlıyorum ama cevap yok. Derken karartılar beliriyor. Beş kişilik bir dağcı grubu hatta durmuş vaziyetteler. Yanlarında da Gökhan oturmuş durumda. Ona bişeyler söylüyorlar ve Gökhan da onlara el kol hareketleri yapıyor. Hat boyunca biraz yükseliyorum. Artık daha iyi görüyorum olanları ve Gökhan’a bağırmam ile kafasını kaldırıyor ve el sallıyor. Tamam bilinci yerinde, ama çok yavaş. Kalkıp yanıma kadar geliyor. “Seni kendime bağlamalıyım, bu yavaş hal ile buradan inmemiz mümkün değil, siste kaybolacağız yoksa.” Diyorum. Nasıl bağlayacaksın diye soruyor. Elimi kazmamdan bırakıyorum, ve kemerine doğru hamle yapıyorum. Niyetim tek karabinini alıp kendi kemerime bağlamak. Fakat attığım ilk adımla beraber düşüp uçurumda kaymaya başlıyorum. Gökhan’a sisler içerisinde son bir bakış atıyorum. Birden bileğimdeki kazmamı kavramam gerektiğini farkediyorum. Avucumun içine aldığımda hızım çok yükselmiş durumda. Bu halde kazmayı saplayamam. Önce kaşığını buza sürtüyorum ve hızımı biraz yavaşlatıyorum. Uygun an diye düşündüğümde kazmayı tek bir kaldırış ve saplayış. En yakın dostumun ucunda asılı vaziyetteyim. Hiçbir şey görmüyorum, sisin ortasındayım. Sadece Gökhan’ın “Cilasun iyi misin?” diye avazı çıktığı kadar bağırdığını duyuyorum. Vücudumu kontrol ediyorum, zaten hiçbir yere çarpmadığım için sağlamım. Gökhan’a iyi olduğumu bağırıyorum, buraya gelmemesini, yoldan inip kendisini kurtarmasını, benim bir şekilde buradan çıkacağımı söylüyorum. Seslenmeler kesiliyor. Son ipin hizasında olduğuma göre altımda kayalıklar var diye düşünüyorum. 30-50 metre arası düşmüş olabilirim, o an için kestiremiyorum. Ayaklarım boşlukta, önce onları buza saplayıp kazmamın üzerinde doğruluyorum. Yukarı çıkmam imkansız, çift kazma lazım o iş için. Altım da boşluk olduğuna göre duvarın ortasında bir yerlerdeyim. Çıkarken ilk hat olan düştüğüm hatta yükselirken sağa doğru kıvrıldığımız aklıma geliyor. Bu durumda sola doğru yan yan gidersem yolu bulmam gerekir. Bu düşünce ile kazma ve kramponlardan yardım alarak üç beş adım yan geçiyorum. Eğim artık 45 derecelere gelmiş vaziyette. Ayaklarım yere basıyor. Kazmamın da alt kısmını saplamaya başlıyorum. Derken sisin içerisinde önümde iki karartı beliriyor. İşte yaşam biletim. O durumda koşar adım karartılara yetişiyorum. İki tane Rus dağcı var önümde. Bir tanesi kurt dağcı abilerden, diğeri ise orta yaş üzeri, zirve sonrası bitik durumda olduğu için öndeki kurt abi onu kendine bağlamış, çeke çeke indiriyor. Tam da aradığım şey. Çok yavaş indiklerinden onlarla aynı hızda iniyorum, bu arada ne durumda olduğumu da rahatça kontrol ediyorum. Dizlerim titriyor, ellerim titriyor. Ama bu soğuk titremesi değil. Nefes alış verişimi düzene koymaya çalışıyorum, nabzımı normale indirmem gerek. Çok şükür ki takip ettiğim ekip o kadar yavaş ilerliyor ki saddle bölgesine geldiğimde normale dönüyorum. İkili durup birşeyler arıyorlar. Derken oraya bıraktıkları çantalarını buluyorlar. Birden aklıma Sema’nın batonu geliyor. Derken takılıyorum batona ve tökezliyorum. Mal canın yongası, malımı orda bırakmıyor, alıyorum ve çantama atıyorum. Halen daha arızalı, kapanmıyor ama o anda benim için ütopik bir değeri var. İkili sıcak birşeyler içmeye koyulurken, buradan sonra yolu bulurum diye onlara el sallıyorum. Önümdeki ilk bayrağı bulmam çok kolay oluyor, fakat sonraki bayrak yok. Görüş mesafesi artık beş metre civarı. Benim yükselmem gerekirken ben aşağı doğru iniyorum. Birden aklıma geliyor, yanılış yoldayım ve bu yolun sonu dev buzul çatlakları. Hemen geriye dönüyorum, ilk bulduğum bayrağın yanına koşuyorum ve hayatımı kurtaran ikilinin yamacına yanaşıyorum. Ben de çantamdan sıcak bişeler çıkartıp yudumlayacağım ki ikili harekete başlıyor. Bir saat daha sıcak su içmesem ölmem, toplanıp peşlerine takılıyorum. Derken yolda arkamızdan dört kişilik bir ekip bize yetişiyor. Üçü bizi geçiyor, dördüncüsü “Cilo!!” diye bağırıyor. Arkamı dönüyorum ve Özlem karşımda. İkinci büyük mutluluk anı. Zirveyi yapmış ama o da aynı Gökhan gibi çok yorgun olduğunu, artık Ukraynalıları takip edemeyeceğini, beraber inmemizi söylüyor. Gel diyorum, benim ekip çok güzel bir hızda gidiyor çünkü. Dört kişi sis altında 5.100 metreye doğru inişe geçiyoruz. 5.200 metre civarında sis açılıyor, artık bulutun altındayız. İkili bize yol veriyor, teşekkür ederek yanlarından geçiyorum. Son bakışta gözlerim doluyor, o an onlara sarılmayı çok istiyorum.
Daha hızlı bir şekilde 5.100 metreye inip yeme içme molası veriyoruz. Bu arada Özlem’e başıma geleni anlatıyorum, Gökhan’ı görüp görmediğini soruyorum. Çünkü önümüzde yok ve zaten normal olarak arkamızda olması gerek. O da gördüğünü ve bizi takip etmesini söylediğini belirtiyor. Fakat çok yorulmuş olduğu için beş dakika içerisinde siste kaybolduğunu söylüyor. Benim düştüğümün bilgisini de Gökhan zaten ona vermiş. Telefonuma sarılıyorum hemen, fakat çekmiyor telefon. Acilen konteynırlar bölgesine inmem lazım, çünkü orada telefon çekiyor. Daha da hızlanarak iki kişi inişe geçiyoruz. 4.800 metre civarlarında telefonum çalıyor, arayan Gökhan. Saddle bölgesinde kaldığını, etrafta kimsenin olmadığını, hiçbir bayrak görmediğini ve yolunu bulamadığı için orada donmak üzere olduğunu bildiriyor. Hemen konteynırlardaki Cihan’ı arıyorum. Durumu bildiriken telefon kesiliyor. Etrafta dolaşan snow-catlerden bir tanesini kiralıyoruz ve beş dakika sonra konteynıra inmiş durumdayız. Cihan ve Hayri Abi korku dolu gözlerle bizi karşılıyorlar. Benim düştüğümü anlamışlar ve birkaç kırık bekliyorlar benden, fakat Gökhan’ın durumunu anlatamadan telefon kesilmiş. Benim iyi olduğumu, Gökhan için arama kurtarma göndermemiz gerektiğini söylüyorum. Bu arada Sema’yı görüyorum, yüzü şişmiş halde. Saddle bölgesine kadar çıkmış tek başına, sis inince diğer bütün dağcılar gibi geri dönme kararı almış ama bizi orda bırakamadığı için beklemiş bir müddet. Sonra Hayri Abi ile beraber dönüşe geçmişler. Konteynırlara geldiğinde de buz üzerinde düşmüş ve çenesini çarpmış. Ekibin yarısı sakat halde şu anda. Ama en önemli problemimiz halen daha yukarıda olan Gökhan. Gerekli izinlerimiz olduğu için arama kurtarmayı arıyoruz. Tabi burada Rus dağcılardan yardım alıyoruz. Fakat bürokrasi burada bizim memlekette olduğundan daha kötü. Ölümcül bir risk olmadan kurtarma yapamayız diyorlar. Adamın orada geceye kalırsa öleceğini söylememize rağmen, ölümcül riskin sadece kırık durumlarında geçerli olduğunu söyleyip yardım etmiyorlar. Bu arada etrafta özel arama kurtarmacıların olduğunu öğreniyoruz. Tabi özel demek para demek, 500 dolar karşılığında arkadaşımızı alacaklarını söylüyorlar. Hiç pazarlık düşünmüyoruz, kabul ve arama ekibi bir saat içinde toplanıyor. Bu sırada Gökhan ile sürekli telefonda konuşup ayık tutmaya çalışıyoruz. Ekibin Gökhan’ı eliyle koymuş gibi bulup geri getirmesi de yaklaşık bir saat sürüyor ve öğleden sonra 3 gibi herkes başladığı yere dönüyor. Zaiyat olarak Sema’nın şişmiş çenesi ve Gökhan’ın fırtınadan dolayı geçici körlük yaşayan gözleri var. Bunlar da geçici sıkıntılar olduğundan derin bir nefes alıyoruz.
Sonuç olarak, zirve hırsı ile planlarından şaşan bir tırmanışın başımıza neler getirebileceğini dakikası dakikasına açıkladığımız heyecanlı bir faaliyet oldu. Lütfi’nin meşhur sözü aklımıza geliyor ve “En iyi dağcı, evine sağlam dönen dağcıdır” diyoruz. Tabi zirveye de ulaştığımıza göre bu faaliyette son derece iyi dağcılarız demektir. Ama yanılışlarımız yukarıda yazılı ve tecrübe olarak belleklerimize kazındı. Bir dahaki faaliyette daha stabil bir tırmanış dileği ile. Seneye Mont Blanc (4.810 mt.) raporu ile karşınızda olmak üzere.